23 Eylül 2023 Cumartesi

GamFed Türkiye Oyunlaştırma Haftası Gönüllü Adaylığı Günlüğü 1

Pandemi zamanlarıydı, herkes gibi ben de online bir eğitim arayışındaydım. Bir süre önce arkadaşımdan duyduğum "gamification" kavramını hatırladım ve bir online eğitim platformundan Oyunlaştırma giriş eğitimi aldım. Öğretmen olarak belki oyunlaştırma planları yapacaktım. Fakat daha sonra bu alan ile ilgili hiç bir adım atmadım... Ta ki bu yıl okulumun seminer haftasında Ercan Altuğ Yılmaz ve Zeynep Aydın hocalarımı eğitim için davet etmesine kadar... Ve merak süreci başladı. Atılması gereken tüm adımlar ardı ardına geldi. Eğitimde örnek oyunlaştırma ders planı yapmamız istenmişti. Bazı fikirlerimi Zeynep hoca ile paylaşmıştım hatta heyecanla. Fakat bir türlü fikirlerimi kağıda dökememiştim. Önce Johan Hari'nin "Çalınan Dikkat" kitabını okurken Mihaly Csikszentmihalyi'nin "akış" kavramıyla karşılaştım. Hem özel hayatımda hem de mesleki olarak eksik olan motivasyonum için bana ilk ışığı yakan "akış" kavramı oldu. Aslında hep yapmaya çalıştığım bir şeyi hatırlamıştım: yaptığın işi eğlenerek yapmak, benliğinden kopup kendini akışa bırakmak... Daha sonra Gamfed Türkiye'nin gönüllülük duyurusuyla her şey berraklaştı, ve başvurumu yaptım. 

Geçen hafta gönüllü adayı olma görevleri geleceği duyurusu gelince, nasıl yani dedim. Çünkü bir çok gönüllü görevlerde bulunmuş biri olarak hiç bir zaman gönüllü adaylığı için görevler verileceğini deneyimlememiştim. Günlük koşuşturmanın içinde "şimdi bir de bu görevleri mi yapacağız" dedim, ön yargılıydım. İlk görev geldiği andan itibaren ise hiç beklediğim gibi olmadı. Tam tersine kendimi gönüllü adaylığı oyununun akışı içinde buldum. Günlük görevleri sabırsızlıkla bekler oldum. 

İlk gün genel olarak oyun ve oyunlaştırma kavramlarını açıklayan bir video izleme görevi ile başladı. Ve kendi yolculuğumuzda tılsımlı kelimeleri veya ifadeleri seçmemiz istendi. İkinci gün ise oyunlaştırmanın temel felsefesini oluşturan Mihaly Csikszentmihalyi'nin "Good Business" kitabının özetini okumak ve kendimizin akışta olduğu anları hatırlamak oldu; ki en keyif aldığım görev bu oldu. Çocukluk anılarımdan günümüze mesleki hayatımda en keyif aldığım anları hatırlamama yardımcı oldu. Üçüncü gün ise en zorlandığım fakat sonra düşününce en keyif aldığım görevler arasında kendi oyuncu karakterimi ve avatarımı oluşturmak oldu çünkü her hangi bir dijital ortamda çok sıkılırım. Bu bu görev oyunu eksik yönlerimi keşfetmeme ve kendime meydan okumama yardımcı olduğu için çok kıymetli bir süreç oldu. Dördüncü günde ise Gamfed Türkiye'nin hazırladığı Gamification Decards TOY oyun kartları ile tanışmak ve bize yakın gelen kartı seçmek oldu. Bu görevde de zorlandığımı söyleyebilirim, aslında her gruptan birer kart seçip tam bir oyunlaştırma seti oluşturmayı planlamıştım fakat kısıtlı sürede sadece bir kart ile sınırlı kaldım. O da "oyuncunun yolculuğu: uzmanlık" kartı oldu. Beşinci gün görevi ise iki uygulamadan biri seçmek oldu; İngilizce öğretmeni olduğum için Linqi App'i seçmedim. Android telefonum olmadığı için ise Hocus Focus'a eşimin telefonundan ulaştım, tam bir işbirliği içinde çalıştık :) Teknik zorluklara meydan okuyarak heyecanla görevimi yerine getirdiğim için kendimle gurur duydum :)) 

Ve işte oyunu ve oyunlaştırmayı hayatıma nasıl dahil ettiğimi anlattığım altıncı gün görevindeyiz :)

Neler yaşadığımı hatırlarken, bu oyunun bir parçası olduğum için mutlu olduğumu fark ettim. Bundan oyun ve oyunlaştırma kavramlarını ders planlarıma ve hayatımın her alanına dahil edeceğime veya aklımın bir yerinde olacağına eminim. Belki bundan sonra verilen görevlerde başarılı olurum ya da olmam, bilemiyorum. Fakat emin olduğum bir şey var: sürecin bir parçası olmak asıl mesele... GamFed Türkiye ekibine, emeği geçen herkese teşekkürler. 




#gamfed2024

#gamification

#oyun

#oyunlaştırmahaftası

16 Haziran 2021 Çarşamba

Anıların peşinde...

Son zamanlarda 20li yaşlardaki anılarımı hatırladığımı fark ediyorum. Sanki yaşama tutunmak için o anılara geri gitmem gerektiğini hissediyorum. Ve neden sonra Virginia Woolf'un şu düşüncesiyle karşılaşıyorum, daha ilk sayfasını açtığım bir kitapta üstelik.... :

"Hayatın bir dayanağı varsa, bu bir anıdır"*

Bu cümle üzerine düşünüyorum uzun süredir.... Çünkü:

"Geçmiş, güzeldir,... çünkü insan bir duygulanımı zamanında fark etmez. Daha sonra gelişir bu, dolayısıyla bizler şimdiyle ilgili tüm duygulanımları yaşayamayız, ancak geçmiştekileri yaşayabiliriz".* 

(Katie Ponder illustration)

Anıların peşinden gidiyorum. Gözümü kapattığımda çocukluğumdaki ya da gençlik yıllarımdaki bir an'a gidiyorum. Eski fotoğraflara dalıp gidiyorum. Ve hatırlıyorum o geçmişi... benim geçmişimi.. Tercihlerimden, seçimlerimden, üzüntülerimden, sevinçlerimden, beklentilerimden, başarısızlıklarımdan, hayal kırıklıklarımdan... oluşan o geçmişimi....Mutlu veya mutsuz, ama güzel...


(*Lyndall Gordon'ın kitabı "Virginia Woolf Bir Yazarın Yaşamı" kitabından alınmıştır.)



1 Mayıs 2021 Cumartesi

Geçmişe dair net olmayan görüntüler

 Neredeyse bir yılı aşkın bir süredir bir çok duyguyu aynı anda yaşıyoruz, deneyimliyoruz. Hepimiz farklı acılar, buhranlar yaşıyoruz belki de... En çok da kendimize döndüğümüz bir zamandayız, fakat bu iyi bir kendimize dönüş olamayabiliyor bazen.... Beden sağlığı mı, ruh sağlığı mı ikilemini çok yaşıyorum. Sanırım ikisi de birbirine bağlı.

Kendi kendime kaldığım bu dönemde, daha önce olmadığı kadar geçmişime dair görüntüler görüyorum. Rüyada değil üstelik. Gündüz vakti, örneğin bir şey dinliyorum, ya da bir görüntü görüyorum ve aklıma birden bire çocukluğuma ait görüntüler beliriyor. 

Geçen gün o kadar gerçekçi bir görüntü gördüm ki, sanırsın oradayım, o andayım... Çok acayip hissettim. 

İlkokulun belli bir kısmını Bulgaristan'ın Silistre şehrinde "Kiril i Metodi" (ОУ "СВ.СВ.КИРИЛ И МЕТОДИЙ") okulunda okumuştum. Okuldayım, ikinci sınıftayım. Türk olarak sınıfta azınlıktayım, köyden yeni geldiğim için "cahil" olarak nitelendiriliyorum, üstelik azınlığım. Fakat "başarılı" olduğumu anladıklarında, bana bakışları değişiyor. Rakip azınlık oluyorum bu sefer. Neyse... Üniforma yok, istediğimiz gibi giyiniyoruz. Serbest kıyafet ayrı bir baskıydı üzerimde hissettiğim. Türk azınlık, köylü, zengin olmayan, imkanları kısıtlı bir kız çocuk.... Benden daha kötü durumda olanlar vardı, nedense gözünüz sizden "daha iyi" olanları seçiyor ve kendinizi kıyaslamaya başlıyorsunuz o "daha iyilerle".... Annemin diktiği pötikare eteğim ve dantel yakalı bir bluzum vardı o zamanlar, ve rugan ayakkabılarım. Bu kıyafetler var üstümde. Saçlarım küt kesim, yanaklarım tombiş, hafif pembe.  Bina çok eski, yüksek tavanlı, yüksek ahşap kapıları var.. o zamanlar gözüme devasa geliyorlar tabi. Ahşap parke sınıflar, yürürken gıcır gıcır ediyor. Ben okulun koridorundayım Matematik öğretmenimin arkasından koşturuyorum (çok severdim onu, beyaz saçlı tonton bir insandı, maalesef adını hatırlayamıyorum artık). Elimde bir defter, ona soru soracağım sanırım. Ve görüntü burada bitiyor. Acaba bu gerçek bir an mı? Yoksa zihnimde kalan anlardan bir kolaj mı? Cevap çok net değil. 

Unutmamak için burada kalsın. Deftere de yazabilirdim ya da herhangi bir Word sayfasına yazıp bilgisayarın derinliklerinde bu anıyı unutabilirdim. Burada kalsın daha iyi.

27 Aralık 2020 Pazar

Yıllar sonra....

 İlk blog yazımı 2010'da yayınlamışım. Çok nadir de olsa düşünürdüm, saçmaladığım bir blogum var diye aklıma düşerdi. Tesadüfen bir şeyler araştırırken bir bloga bakınırken, google hesapları sağ olsun, blogumu hatırlattı. İlk yazımda da dediğim gibi "zaman buldukça yazılır". Sözümü çok iyi tutmuşum. Ve zaman bana epeydir uğramamış anlaşılan... son yazımın üzerinden 7 yıl mı geçmiş ? İnanılmaz.... yıllar sonra tavan arasında eski bir koliye tıkıştırılmış defterlerin arasında bulunan lise günlüğü gibi.... pişmanlık duymadım aslında. Hay aksi!
neden yazmadım bunca zamandır diye hayıflanmadım da.

Zamanın içinde akıp gitmek gerekir bazen....

Yine de biz birbirimize söz vermeyelim sevgili blogçuğum.... 

Bugün hayat bana bir şeyler öğretti yine. Daha doğrusu önceden idrak ettiğim olguları, olayları, insan ilişkilerini vs tekrar gözüme soktu demem lazım.
Baaaaak! dedi hayat. Neler oluyormuş ta nasıl insanlar varmış ta.... Gözüme gözüme, yüzüme yüzüme.
Ben bir çirkef, böyle pis bakışlı, meymenetsiz insandan korkarım, başka da kimseden korkmam. Korku dediğim de öyle korku değil. Çirkef insan karşıma çıkınca nasıl karşılık veririm şeklinde bir savunma ve saldırı mekanizmam daha oluşamadı maalesef. Sanırım aynı derecede şirret olmak gerekir.
Ben şöyle görüyorum bu kişileri... Bir iş yerinde çalışma arkadaşın diyelim ki... Sabahtan akşama sızlanır, dert yanar, vay efendim çok işim var hep ben mi diye ağlar, ağlar ama hep oturur vaziyette çene çalarken görürsün  bu kişiyi. Sonra kraldan çok kralcıdır. Patron girer kapıdan mesela, hemen zangır zangır dikilir karşısında, aman efendimler filan, ama patron çıkar çıkmaz arkasından saymalar sövmeler, daha neler neler. Sonra, gerçekte olmayan bir olayı büyütür abartır, suçu başkasına atar, hiç gereği yokken olayı lehine çevirir oradan bir pay kapar. Hep hak yer mesela, yer yer yer doymaz. Kuyunu kazar, rahat duramaz. Bünye alışmış bir kere. Pistir işte, kötüdür. "Fişteklemek" diye bir kelime var, nedense. Ama işte böyle kişiler için tam uyuyor. Bu kişi etrafındaki kişileri de fiştekler. Hep yarışır mesela, haddinin erişemediği kişilerle yarışır. Nasıl bir öz güvendir bu!
Asıl gücü elde eden değildir bu kişi, ama o güç olmak ister, ezmek için kıvranır. Yalakadır bir nevi, gurursuzdur, ama mertlik pozları verir, gurur nutukları atar. Yarışır, yarışır, hep yarışır...
Ah! İşte, hayat, bu anlamlı günde bana bu kişinin varlığını hatırlattın yine... Ben ne edeyim, nerelere gideyim... Onlar her yerde... Birçok dünyevi sorunun yanında bir de bu küçük beyinlerle aynı havayı solumak... zorunda olmak...

13 Mart 2013 Çarşamba

garip.

Ölümün teknolojik boyutunu ve sosyal medyadaki varlığını düşünüyorum bu aralar...günümüzde insan ölünce, cep telefonuna ne olur? nereye gider? imha edilir mi? aranırsa kim cevap verir? ölen kişinin numarası hala telefonumda kayıtlı, silmeli miyim? silmek garip geliyor, ama silmemek de öyle. Peki ya Facebook, Twitter ve diğerleri... Ki sonsuza kadar var olan ve silinmeyen rivayetler varken... Resimler, iletiler, paylaşımlar... Ölen kişinin duvarına taziye yazmak mesela, tüylerimi ürpertiyor. Ya da Twitter'da "mention" atmak... Neye yarar? Ölen kişi için değil de, ölen kişinin tanıdıkları, arkadaşları, ailesi için trajik ve biraz da absürd bir durum. Ölen kişinin tanışları için ağır, bir o kadar da kendini hafifletme yolu. Bir nevi ikiyüzlülük. Bu kitle durmaz, neden arar, yaftalar, kategorize eder, böler parçalar yine durmaz. Garip bir şekilde insan, ölen kişinin profiline bakmak, google'da hakkında bilgi aramak istiyor; Twitter'da yazdıklarını tarayıp bir neden arıyor. Fakat, bu performans gerekli mi sahiden? Gereksiz, boşuna bir çaba sadece. Neyin çabası, vicdanını hafifletme çabası mı? Hafifletecek nedeni sosyal medyada bulsan ne olacak?

12 Mart 2013 Salı

belirsiz.

bazen içinde bulunduğum anın aslında içinde olmadığımı fark ediyorum. zaman benden bağımsız. kendi zamanım benden kopuk. bana ait bir zaman yokmuş gibi. otobüse binme saati geldiğinde biniyorum. son durağa geldiğinde iniyorum. aradaki zaman yok. nasıl yaşandı belli değil. kitap okuyorum. başı ve sonu arasındaki zaman beynimde silik,belirsiz. metroda yürüyorum. merdivenleri indiğim an ile metroya kadar yürüdüğüm an belirsiz. sanki her yaşadığım an bir başlangıç ve bir sondan ibaret. kendi anım benden öte.