18 Aralık 2011 Pazar

başlıksız.

Zamanın geleceğini biliyordum,
gitmelerin,kalmaların,geri gelmelerin,sonra tekrar gitmelerin,sonra aniden geri gelmelerin zamanı olduğunu biliyordum.
Zaman gidip geliyor, şimdi gidip geliyor.
Geldi-gitti.Gitti/Geldi.
Hep şimdiydi zaman, hep şimdi.Ama geliyordu illaki.
İşte, o zaman geldi. Kaldı. Zamanda asılı kaldı.
Durdu.Bekledi.
Ama,geçip gitti.
Aniden.

22 Kasım 2011 Salı

"Kediler Güzel Uyanır"- Yekta Kopan

yekta kopan’dan sevginin, sevişmenin, öfkenin, kargaşanın, cümbüşün öyküleri

Bir de Baktım Yoksun adlı kitabıyla birkaç ödül alan Yekta Kopan’ın Kediler Güzel Uyanır adlı kitabı çıktı.Onu bir popüler kültür şahsiyeti olarak tanıyanlar var ama Yekta Kopan her şeyden önce iyi bir edebiyatçı, dahası çok önemli bir öykücüdür. Kopan, onunla röportajımızda, bir edebiyatçı olarak yapmak istediklerini şöyle anlattı: “Uzun sürmesini istediğim bir yazın yolculuğunda, haritasını benim çizdiğim bir coğrafyada, rotayı kendim belirleyerek yürümek istiyorum, hepsi bu…”
Önceki kitabınız Bir de Baktım Yoksun, İyi Uykular adlı öyküyle bitiyordu. İyi Uykular, kaybettiğiniz babanıza yazdığınız bir mektuptu. Şimdi Kediler Güzel Uyanır adlı yeni kitabınız var elimde… Bu uyumak-uyanmak meselesi iki kitap arasındaki bir organik bağa mı işaret ediyor?
Yazma aşamasında benim de fark etmediğim bir süreklilik durumuyla yüzleşmiş oldum bu soruyla. Uyumak-uyanmak, aslında sadece bu iki kitapta değil, genel olarak yazıyla ve ne yalan söyleyeyim, hayatla ilişkimde baskındır. ‘Kediler Güzel Uyanır’daki çoğu izlek, önceki kitaplarımın ve elbette ‘Bir de Baktım Yoksun’un izlekleriyle kesişiyor, örtüşüyor. Ama bu kez, büyük resimden çok resmin içindeki detaylara yoğunlaşmaya çalıştığım gibi, o izleklerin de bizdeki izdüşümlerine, an’larına yoğunlaşmaya çalıştım.
Uyku hayatımızın nasıl bir zamanına işaret eder? Onu hayatımızın diğer deneyimlerden ayıran şey nedir?
Bilimsel bir cevap veremem. Sadece uykunun bendeki karşılığını söyleyebilirim; Genel olarak geceleri çalışan bir insanım. Öncelikle bu nedenle uyku saatlerim azdır. Ama yıllar geçtikçe uykuyla ilişkim sadece çalışmaktan öte bir yere evrildi. Çoğu gece derin uykusuzluklar çekiyorum. Üstelik bunu bir sıkıntı olarak yaşamamayı da öğrendim; üretim sürecimin bir parçası haline geldi uykusuzluk. Neredeyse eski öykülerimden ‘Yayınlanmamış Bir Söyleşi’nin uyur-yazar karakterine dönüştüm. Uyuyabildiğim anlardaysa, bir bütün günün ve üretim sürecinin bir özetini yaşıyorum. Uyku, yaşamdan bana kalanlarla yüzleşmek için cesaretle girmem gereken bir alan yani.
Siz de rüyalar sayesinde ayakta duranlardan mısınız? Yoksa zaten hepimiz farkında olsak da olmasak da öyle miyiz?
Rüyaların yaratıcılık üstünde önemli bir etkisi olduğuna inanırım. Zaman içinde sadece yaratıcılıkla ilgisi değil, kendimizi anlayabilmemiz konusundaki verileriyle de üstünde düşündüğüm bir alan oldu. Rüyalarıyla samimiyetle yüzleşebilmelidir insan. “Ben hiç rüya görmem,” diyen insan da bunu sorgulamalı, düşünmelidir. Doğrudan bir ilişkiden söz edebilirim kendim için; ben yazdıklarımla ayakta duruyorum ve hayatımdaki diğer pek çok alan gibi rüyalarımın alanı da bu yazılara kaynaklık ediyor. Aslında bu sorunun doğrudan cevabı ‘Kediler Güzel Uyanır’daki ‘Beş Duyu’ öyküsünde.
“Ve ben ‘anlar’daki yerimi bile koruyamıyorum…” Yaşadığınız, tanık olduğunuz an’ları kaydetmenin bir şekli olarak mı yazdınız bu öyküleri? Onlarda deneyim mi baskın, hayal gücü mü?
Yazarken deneyimlerim, hayal gücüm diye bir ayrım yapmam. Bu ikisi arasında bir denge kurmaya da çalışmam. Hatta yazma eyleminin bir noktasından sonra cümlelerimin hangisinin deneyimden, hangisinin hayal gücünden geldiğini bilmem. Çünkü bilirim ki, hayal gücümün kaynağında deneyimlerim ve deneyimlerimin kaynağında da hayal gücüm vardır. Gerçek hayatı, kurmaca bir evrene dönüştürürken, beni ben yapan her şey devreye girer. Gayet iyi hatırladığım mutlulukla, nedenini bilmediğim korkular, kaynağımı yıllardır aradığım tedirginlikler, kahkahalar, bilgiler, bilgisizlikler… Yazdıklarımın hepsiyim ve henüz hiçbiri değilim.
İçinde ölü bir yazar var son öyküdeki anlatıcının. Sizin içinizde de ara sıra belirir mi o ölü yazar, demek istediğim yazamadığınız, yazmak için kendinizle mücadele etmeniz gereken dönemler var mıdır? Bu dönemlerin sonunda ne olur?
Belirmez mi? Nasıl da sıkıntılı zamanlardan geçer insan bazen. Günlerce defterin başında elimde kalem boş boş otururum. Hatta suçu kaleme atarım kimi zaman, “Öbür dolma kalemi alsaydım elime, akar giderdi cümleler,”derim. Alırım başka bir kalem ama faydası olmaz. Zihnimi açan kitaplara sığınırım. Bir tablonun karşısında otururum dakikalarca. Bir müzik parçasından medet umarım. Daha neler neler… Ama yıllar içinde şunu da anladım; o sürecin önemli bir katkısı var o anda yazmakta olduğum metne. Yazdıklarımla arama bir mesafe koyabilmemi sağlıyor bu sıkıntılar. Yazdığım bir satıra koşulsuz inanma zaafını alıyor benden. Metinle soğukkanlı bir ilişki kurmak, öylesi dönemlerin güzelliği olarak kalıyor bana.
Sizin çalışma masanızın çekmecesinde neler gizli? Cennetkuşu mu, cehennemin sazlı sözlü cümbüşü mü yahut başka bir şey mi, bize söyleyeceğiniz kadarını anlatır mısınız?
En çok defterler ve kalemler var. İçinde her tür kuşun, karmaşanın, öfkenin, sevginin, sevişmenin, cümbüşün, duygunun yazılı olduğu defterler. Arada bir defterlerimi imha edeyim diye düşünüyorum; sayfalarını karıştırdığımda o duygu yükü ağır geliyor. Sonra geçmişin bir duygusuyla yüzleşmek iyi geliyor vazgeçiyorum imha fikrinden. Geçenlerde Murat Gülsoy’a “Ben öldükten sonra, bu defterlerle çok uğraşma, at çöpe gitsin,” dedim. Gülüştük.
Hayır adlı öykünüz kelimelerden, tek kelimelik cümlelerden oluşuyor. Okurken tek bir kelimenin bile ne kadar etkili olabileceğini bir kez daha idrak ediyor insan. Kelimelere anlam kazandıran, ruh kazandıran nedir?
Okurun algısı. Okurun zihninde bütünleyebilme yeteneği. Ben okura çok güvenen bir yazarım. İyi okurun, metne girebilmek için elinden geleni yapacağına inanırım. Aynı şekilde bir kitabı, bir metni sevmediyse de, kaldırıp atabilmesini isterim. O kadar çok konuşuyoruz ki bazen, hele ben günlük hayatımda o kadar gevezeyim ki, yazarken azalmak istiyorum. O azalmanın okurun algısında yeniden çoğalacağına inanıyorum çünkü. ‘Hayır!’ bu kitabın en konuşkan öyküsüdür belki. Her okurun algısında farklı bir bütüne ulaşabilecek kadar konuşkan.
Kendimi yazdıklarımda değil okuduklarımda arıyorum
Bir kitabı tamamladığınızda ne hissediyorsunuz, ondan ayrılıyor musunuz, yoksa kurtuluyor musunuz?
Büyük bir boşluk. Bu duyguyu anlatmak gerçekten kolay değil. Ama kurtulmak olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Yıllar içinde sıklıkla karşılaşacağımı bildiğim bir dostla yaşadığım kısa süreli ayrılıklar belki de.
Yazarken kendinize dair neler keşfediyorsunuz? Yazdığınız bir öyküde ya da romanınızda doğrudan kendinizi gördüğünüzde, hissettiğiniz şey ne oluyor? Nasıl bir ayna oluyor size o?
Ben hayatı ve kendimi anlayabilmek için yazıyorum. Ama eğer ayna metaforunu kullanacaksak, o aynayı kendimden çok okura çevirmeyi seviyorum. Doğrudan kendimi aramam hiçbir satırda. Eğer kendimi arayacaksam, yazdıklarımda değil okuduklarımda aramayı tercih ederim. Aslında iyi okur dediğimiz her okur için böyle değil midir? Siz de kendinizi okuduklarınızda aramıyor musunuz? Okumak bu yüzden de vazgeçilmez güzellikte bir eylem değil mi?
Gülenay Börekçi

20 Kasım 2011 Pazar

24 Ekim 2011 Pazartesi

Zaman

Zaman,

Yaşam ve Ölüm arasındaki ince çizgi...

Ya da,

Bir saniye önce vardın, bir saniye sonra yoksun...


22 Ekim 2011 Cumartesi

Öz Düzenleme Kapasitesi

Türkiye, yeteneksizsin ve artık bunu kabul etmen lazım.

Acilen!

Bu ülkede herkes şarkı söylemek konusunda yetenekli olacak diye bir şey yok. Ayrıca sesin çok kötü bunu kabul et.
(Şarkı söylemek derken temsili olarak tabi ki.)

Acilen farkına varalım, herkes her işi yapacak diye bir şey yok. Ha tabi, ama çevre engellerse yeteneğimi fark edememiş olurum ve bu dünyada heba olurum diyeceksin. Hayır böyle bir şey olamaz. Tabi ki kişisel gelişim önemlidir, ya da istekler arzular doğrultusunda eğitimini alırsın kendini tatmin edersin ama bana Einstein örneğiyle gelme, çünkü ikisi çok farklı konular. Misal, kendi adıma, ben fizik konusunda hiç iyi değilim, bir türlü de kafam basmıyor. Ben kendimden yeni bir fizik kuralı keşfetmeyi beklemiyorum.Ya da, oyuncu olmak istiyorsun, eğitimlere gittin, oyuncu koçu tuttun, atölyelere katıldın vs, ama içinden o duygu çıkmıyorsa, zorlama, bu isteğini ilgili konuyla bağdaştırabileceğin işler yap. Kendi zamanını boşa harcama. Vesaire...

Sağlıklı birey olabilmek için bir çok madde sayılabilir, bunlardan biri de kendini düzenleme kapasitesidir.
İlla muhteşem olacağız diye bir şey de yok. Hangi konuya eğilimiziz olduğunu iyi tahlil etmeliyiz ve o doğrultuda ilerlemeliyiz. Farkındalık önemli.

Tabi çok boyutlu bir mesele. Buna kişinin sosyo-ekonomik durumu da dahildir, ailede aldığı terbiye de. Belki en önemlisi, son zamanlarda medyadır. TVde gördüğünüz her "meşhur" kişi "başarılı" veya "yetenekli" değildir. Karıştırmamak lazım. 

Herkes her işi yapmasın bu ülkede!

Farkındalık önemli diyorum.

18 Ekim 2011 Salı

Öz.

Az sonra, çok az bir zaman sonra kendime dair çok kişisel ve özel ve de bir o kadar da enteresan bir bilgi paylaşacağım.

Bir kaç dakika önce annemden aldığım bir bilgiye göre bu dünyaya ters pozisyonda gelmeyi tercih etmişim. Yani bir bebeğin "normal" olarak ilk önce başı çıkması gerekirken, tam tersine popusun görülmesi olarak da ifade edebilirim herhalde. Popodan doğru doğmuşum kısacası. (Bu arada insanları imgelem gücü kendine özgüdür, o yüzden bir şey demiyorum!).

Bir an düşündüm, aslında bu kadar ileri bir gerçek keşfetmeyi istemiyordum... Neden mi? Özüme dair çok garip bir bilgi bu. Bu "hareketim" karakterimin de nasıl olacağının işaretini vermiş aslında. (Bu güne kadar annem beni "herkes mersin'e,sen tersine" diye azarladı.)

Yalnız, belirtemeden de geçemeyeceğim, şu an çocukluğuma da hafif bir iniş yapmışım fark etmeden.

Bir daha düşündüm de baya gülüyorum şu an.



14 Ekim 2011 Cuma

Ters algı...

Aylardan olmuş Ekim, kültürel sanatsal hayat hız almış İstanbul'da. Şimdi Filmekimi var, Akbank Jazz Festivali var değil mi? Biletler on günlerden önce tükenmiş değil mi? Öyle.Eh bunun yanında o konseriydi bu tiyatrosuydu falan. Ben gitmek istemiyorum abi hiç birine. Onlar gitsin ben gitmeyeyim, ölmem yani.

10 Ekim 2011 Pazartesi

"Uyumsuz"


Sisyphos Söyleni - Albert Camus

Tanrılar Sisyphos'u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkum etmişlerdi; Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı.Homeros'a bakılırsa, Sisyphos ölümlülerin en bilgesi, en uyanığıydı. Başka bir söylentiye göre de haydutluğa eğilim gösteriyordu. Ben bunda bir çelişki görmüyorum. Ruhlar dünyasının yararsız işçisi olmasına yol açan nedenler konusunda kanılar farklı.
İlkin tanrıları biraz hafife alması başına kakılıyor. Onların gizlerini açığa vurmuştu. Jüpiter, Asope'un kızı Egine'yi kaçırır. Kızın babası bu kayboluşa şaşar, Sisyphos'a dert yanar. Bu kaçırmayı bilen Sisyphos, Korent kalesine su vermesi koşuluyla Asope'a bilgi vereceğini söyler. Suyu tanrıların öfkesine rağmen yeğ tutmuştur. Ruhlar ülkesinde bundan dolayı cezalandırılır. Homeros bize Sisyphos'un Ölüm'ü zincire vurduğunu da anlatır. Pluton ülkesini ıssız ve sessiz görmeye katlanamaz. Savaş tanrısını yollar, o da Ölüm'ü kendisini yenenin elinden kurtarır.
Sisyphos'un ölmek üzereyken, önlemsizlik edip karısının aşkını denemek istediği de söylenir. Cesedini alanın ortasına atmasını ister. Sisyphos kendisini ruhlar ülkesinde bulur ve burada insan aşkına öylesine karşıt olan bu söz dinlemeye kızar, karısını cezalandırmak üzere yeryüzüne dönmek için Pluton'dan izin alır. Ama bu Dünya'nın yüzünü yeniden görünce, suyu ve güneşi, sıcak taşları ve denizi tadınca, ruhlar ülkesinin karanlığına dönmek istemez artık. Çağırmalar, öfkeler, gözdağları, hepsi boşa gider. Daha birçok yıllar, körfezin eğrisi, pırıl pırıl deniz ve yeryüzünün gülümsemeleri karşısında yaşar. Tanrıların bir karar vermesi gerekmektedir. Mercure gelip pervasızın yakasına yapışır, sevinçlerinden kopararak zorla ruhlar ülkesine götürür onu, burada kayası hazırdır.

Sisyphos'un absürt kahraman olduğu şimdiden anlaşılmıştır. Tutkularıyla olduğu kadar sıkıntısıyla da absürtdür. Tanrıları hor görmesi, ölüme kin duyması, yaşam tutkusu, tüm varlığı, hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu anlatılmaz işkenceye mal olur. Yeryüzünün tutkuları için ödenmesi gereken pahadır bu. Ruhlar ülkesindeki Sisyphos konusunda hiçbir şey söylenmez bize. Söylenenler imge gücümüzle canlandırılmak için yaratılmıştır. Burada yalnız kocaman taşı kaldırmak, yuvarlamak, yüz kez yeniden başlanan bir yokuşu tırmanmasını söylemek için gerilmiş bedenin tüm çabası görülür; kırışmış yüz, taşa bastırılmış yanak, balçık kaplı kitleyi yüklenen bir omzun, onu indiren bir ayağın desteği, kollarla yeniden toparlama, toprağa batmış iki elin tümüyle insansı güveni görülür. Göksüz uzamla, derinlikten yoksun zamanla ölçülen bu uzun çabanın en sonunda, amaca ulaşılmıştır. Sisyphos o zaman taşın birkaç saniyede bu aşağı dünyaya inişine bakar, yeniden tepelere doğru çıkarmak gerekecektir onu. Gene ovaya iner.

Sisyphos bu dönüş, bu duruş sırasında ilgilendirir beni. Böylesine taşlarla didinen bir yüz, taşın kendisidir şimdiden! Bu adamın ağır ama eşit adımlarla sonunu göremeyeceği sıkıntıya doğru inişi gözlerimin önüne geliyor. Bu saat, bir soluk alışı andıran, tıpkı yıkımı gibi şaşmaz bir biçimde geri gelen bu saat, bilincin saatidir. Tepelerden ayrıldığı, yavaş yavaş tanrıların inlerine doğru gömüldüğü saniyelerinin her birinde, yazgısının üstündedir. Kayasından daha güçlüdür.

Bu söylen 'trajik'se, kahraman bilinçli olduğu içindir. Gerçekten de, her adımda başarma umuduyla desteklenseydi, neden kederli olacaktı? Bugünün işçisi yaşamının tüm günlerinde aynı işlerde çalışır, bu yazgı da absürtlükte bundan aşağı kalmaz. Ama ancak bilinçli olduğu ender anlarda 'trajik'tir. Sisyphos, tanrıların paryası, güçsüz ve ayaklanmış Sisyphos, düşkün durumunun tüm enginliğini bilir: inişi sırasında bunu düşünür. Bunalımını oluşturan açık görüşlülük aynı zamanda yengisini de tüketir. Horgörünün aşamadığı yazgı yoktur.

Kimi günlerde dönüş böyle acı içinde geçiyorsa, sevinç içinde de geçebilir. Bu sözcük fazla değil. Gene Sisyphos'u kayasına dönerken getiriyorum gözlerimin önüne, acı başlangıçtaydı. Yeryüzünün görüntüleri usa fazla takıldığı zaman, insanın yüreğinde keder yükselir: kayanın yengisidir bu, kayanın ta kendisidir. Bunlar da bizim Gethsemani gecelerimizdir. Ama ezici gerçekler tanındılar mı yok olurlar. Böylece Oidipus da ilkin yazgıya bilmeden boyun eğer. Bildiği andan sonra, trajedyası başlar. Ama aynı anda, kör ve umutsuz durumda, kendisini dünyaya bağlayan tek elin bir genç kızın eli olduğunu anlar. Ölçüsüz bir söz çınlar o zaman: 'Bunca acı deneyimime karşın, ilerlemiş yaşım ve ruh büyüklüğüm her şeyin iyi olduğu yargısına götürüyor beni.' Dostoyevski'nin Kirilov'u gibi Sofokles'in Oidipus'u da absürt yenginin formülünü verir böylece. İlkçağ bilgeliği çağdaş kahramanlıkla birleşir.

Bir mutluluk kitabı yazma isteğine kapılmadıkça, absürdü bulamaz insan. 'Daha neler! Böylesine dar yollardan mı..' Ama bir tek dünya var yalnızca. Mutluluk ve absürt aynı yeryüzünün iki oğlu. Birbirlerinden ayrılamazlar. Yanlışlık mutluluğun ille de absürdün bulunuşundan doğduğunu söylemek olur. 'Her şeyin iyi olduğu yargısına varıyorum,' der Oidipus, bu söz kutsaldır. İnsanın vahşi ve sinirli evreninde çınlar. Her şeyin tükenmediğini, tüketilmediğini öğretir. Bu dünyaya doyumsuzluğumuz ve yararsız acılardan hoşlanmamız yüzünden gelmiş bir tanrıyı kovar bu dünyadan. Yazgıyı bir insan işi yapar, insanlar arasında sonuçlandırılacak bir işe dönüştürür.

Sisyphos'un tüm sessiz sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kendi nesnesidir. Aynı biçimde, absürt insan da sıkıntısı üzerinde gözleme başladığı zaman, tüm putları susturur. Birdenbire sessizliğine bırakılmış evrende, yeryüzünün binlerce hafif, hayran sesi yükselir. Bilinçsiz ve gizli seslenişler, tüm yüzlerin çağrıları, bunlar işin kaçınılmaz ters yüzü ve yenginin pahasıdır. Gölgesiz güneş yoktur. Ve geceyi tanımak gerektir. Absürt insan evet der, çabası hiç dinmeyecektir artık. Kişisel bir yazgı varsa, üstün alınyazısı yoktur, hiç değilse tek bir alınyazısı vardır, onu da kaçınılmaz bulur ve küçümser. Gerisine gelince, günlerini istediği gibi geçireceğini bilir. İnsanın kendi yaşamına yöneldiği bu yüce anda, Sisyphos, kayasına dönerken, kendisince yaratılan, belleğinin bakışı altında birleşen, hemen sonra da ölümüyle kapanan yazgısı olan bu bağımsız eylemler dizisini seyreder. Böylece, insansal olan her şeyin tümüyle insan kaynaklı olduğunu gösterir, görmek isteyen ve karanlığın sonu olmadığını bilen kördür, hep yürümektedir. Kaya hala yuvarlanır durur.

Sisyphos'u dağın eteğinde bırakıyorum! Kişi yükünü eninde sonunda bulur. Ama Sisyphos tanrıları yadsıyan ve kayaları kaldıran üstün sadıklığı öğretir. O da her şeyin iyi olduğu yargısına varır. Bundan böyle, efendisiz olan bu evren ona ne kısır görünür, ne de değersiz. Bu taşın ufacık parçalarının her biri, bu karanlık dağın her madensel parıltısı, tek başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter. Sisyphos'u mutlu olarak tasarlamak gerekir.

Albert Camus

http://www.narteks.net/edebiyat-dunya/sisyphos-soyleni-albert-camus.html

8 Ekim 2011 Cumartesi

Saçma olanla yüzleşmek...

Tekrar başladım, Absürd Tiyatro üzerine yeniden okumalar yapıyorum. Önümüzdeki uzun bir zaman diliminde de bolca Absürd Tiyatro ve Samuel Beckett okuyacağım.

Saçma, uyumsuz, mantık dışı, anti-kahraman, anti-insan, durağanlık, beklemek, yabancılaşma.... ve bir düzine "saçma" kavramla yeniden bir araya gelmek, yeniden yüzleşmek durumdayım.Uyumsuzluğum gereği...

Aslında çok direttim, Absürd Tiyatro olmasın dedim, ama kaçamadım, kürkçü dükkanına geri döndüm. Ne yapalım, başa gelen çekilecek.


Zaten, içim çok saçma hissediyordu bu günlerde... Hmmm, bu günlerde değil sadece, zamanın büyük bir kısmında demek gerek.

Bu durumu bir görselle taçlandırmak gerekirse:

(Uzun yıllar önce bulduğum bir görsel, kime ait olduğunu bilmiyorum. Mealen: Korkma kardeş, absürd öldürmez, diyor.)

Yaşasın ironi, yaşasın kara mizah, yaşasın mim, yaşasın soytarılık, yaşasın palyaçoluk, yaşasın saçmalık...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Baktım ki sıkılıyorum...

Bu böyle gitmez dedim. İçim kararmış, hatta kabarmış... öyle diyor fallar. (fal baktırdığım olsa, bir tek Deniz'in tarot kartlarına güvenirim :) Her neyse, beni kara bulutlar takip ede dursun ben keyfime bakayım. Şimdilik bir eğlence unsuru olarak kendimi analog dünyasının kollarına attım. Ve işte huzurlarınızda "the bright side of the nelin": "My Analogue Revolution"

23 Eylül 2011 Cuma

Gidiş/Geliş


Dün İstanbul'a döndüm. Her sefer olduğu gibi, yine dönmek zor geldi. Ne umuyorum bilmem. ama bu şehrin sınırları içine girdiğim an beni bir hüzün kaplıyor. İçim kararıyor. Belki de beni bekleyenlerdir bu hüznün sebebi... Belki yüzleşmekten korkutuğum gerçekler... Kaçtığım gerçekler...

12 Eylül 2011 Pazartesi

İç Savaş.

Bu savaş içimizde. Bu savaş kabul etmek/inkar etmek ikilemi.
Bu savaş kendimizle.
Bazen saygı duymak gerekir, susmak erdemdir.
Sus ki saygı duy ölüye, ölüme.
Sus ki içindeki sesi dinle.
Ölüm anında konuşma, duygu sömürüsü yapma.
Samimiyetsiz olma, şov yapma.
Bazen sarılmak bile duygusuzdur, yapmakcıktır.
O yüzden, sus ki sıra sana gelsin.
Ölen ölüyor, kendini avutman boş
 Sayısı, ırkı, cinsi, cismi, kimliği önemsiz.
Ölen ölmüştür!

8 Eylül 2011 Perşembe

Kim?

Ben neyim ki şu dünyada?
Kimim ki?
İsmimin önüne ekleyeceğim bir sıfatım bile yok!


31 Mayıs 2011 Salı

Kafaya Kazınanlar: "Dışkılama Arayışı"

bok kokan yer
varlık kokar.
insan sıçmayabilirde pekala,
anüsündeki oyuğu açmayabilirdi,
ama sıçmayı seçti
yaşarken ölmeye razı gelmektense
yaşamayı seçeceği gibi.
şöyle ki kaka yapmamak için
varolmamayı
kabullenmesi gerekirdi,
ama varlığı yitirmeyi göze alamadı,
yani yaşarken ölmeyi.
insanın özellikle iştahını kabartan bir şey
var
varlıkta
ve bu şeyde tastamam
KAKA
(uğultular.)
Varolmak için kendini olmaya bırakmak yeterlidir,
ama yaşamak için,
biri olmak,
biri olmak içinde
bir KEMİK edinmek lazım gelir,
kemiği göstermekten korkmamak,
ve arada kaybetmek eti.
hep daha çok sevdi eti insan
kemiklerin toprağından.
kemik toprağı ve kemik odunu vardı bir tek,
ve kazanması gerekti etini,
demir ve ateş vardı bir tek
ve yoktu bok
ve insan korktu kaybetmekten bokunu
boku arzuladı daha doğrusu
ve bu uğurda feda etti kanını.
bok, yani et
sahibi olmak için, ve öncesinde bir tek kan
ve kupkuru kemik hurdası varken
ve kazanılacak bir varlık yokken
bir tek yaşamı yitirmek varken
o reche modo
to edire
di za
tau dari
do padera coco
bu noktada geri çekildi insan ve kaçtı.
hayvanlarda yedi onu.
bir tecavüz değildi,
bu müstehcen ziyafete razı geldi.
tad aldı bundan
kendisi de öğrendi
hayvanlık etmeyi
ve sıçanı
incelikle yemeyi.
şu pislik tiksintisi nerden geliyor peki?
dünyanın henüz kurulmamış olmasından mı, yoksa dünya hakkında yanlızca ufacık bir fikri
var da insanın,
bunu sonsuza dek korumak istemesinden mi?
güzel bir günde
insanın
dünya fikrini durdurmuş olmasından.
iki yol vardıönünde:
sınırsız dışarının ki,
boyutsuz içerinin ki.
ve boyutsuz içeriyi seçti.
orayı yapacak tek işin,
şıçanı,
dili,
anüsü
yada çükü
sıkmak olacağı yeri
ve tanrı, tanrının kendisi de hızlandırdı bu tantanayı.
bir varlık mıdır tanrı?
eğer öyleyse, boktur.
öyle değilse eğer,
değildir.
değil de,
tüm yüzleriyle boşluk sanki,
en kusursuz temsili de
sayısız
bir grup ambitinin yürüyüşü.
“Çıldırmışsınız siz Mösyö Artaud, peki ya kilisedeki ayinleri?”
vaftizi ve ayini tanımıyorum.
iç erotik planda
sözde isa’nın
sunaklarının üzerine
inişi kadar tehlikeli
bir insan edimi yoktur.
inanmayacaklar bana
insanların nasıl omuz silktiğini görür gibiyim
burdan
ama isa denen herif
ambiti tanrısının karşısında
bedensiz yaşamaya razı olmuş
biri hepsi bu,
ki o sırada, tanrı uzun zamandır
çivilediğini zannetse de onaları
haçtan inen bir ordu insan
başkaldırdı
demirle,
kanla,
ateş ve kurumuş kemikle zırhlanmış
ilerliyorlar şimdi,
görünmeyene küfürler
yağdırarak
TANRI YARGISINA son vermek için..!

“Antonin Artaud – Tanrı Yargısının İşini Becermek İçin” adlı kitabından
Sel yayıncılık – Çeviri:Esra ÖZDOĞAN

Bir takım şeyler: Küçük Aptal

Sen,
Küçük aptal,
her şiir sana mı yazılır sandın,
her şarkı senin için mi söylenmeliydi?
Kocaman bir yanılgının içine düştün
işte şimdi boku yedin.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Déjeuner du matin- Jaques Prevert

Déjeuner du matin
Il a mis le café
Dans la tasse
Il a mis le lait
Dans la tasse de café
Il a mis le sucre
Dans le café au lait
Avec la petite cuiller
Il a tourné
Il a bu le café au lait
Et il a reposé la tasse
Sans me parler
Il a allumé
Une cigarette
Il a fait des ronds
Avec la fumée
Il a mis les cendres
Dans le cendrier
Sans me parler
Sans me regarder
Il s'est levé
Il a mis
Son chapeau sur sa tête
Il a mis
Son manteau de pluie
Parce qu'il pleuvait
Et il est parti
Sous la pluie
Sans une parole
Sans me regarder
Et moi j'ai pris
Ma tête dans mes mains
Et j'ai pleuré.

29 Mayıs 2011 Pazar

Çağrışım Çağrışıma Dokundu, Bir şeyler uçtu gitti...

Oturdum. Düşündüm. Otururken düşünüyordum. Oturmuştum ve de düşünmüştüm. Otururken düşünüyordum demek ki.

Şu an neredeyim diye düşündüm ilk önce. Aslında ne haldeydim, düşündüm.

Tom Waits baba "Rains on Me" söylüyordu yanık yanık. Tesadüf müydü?

Etrafımdaki insanlar, yakındakiler, uzaktakiler, bir yerlerde olanlar bir dönüşüm içindeydi, iyi veya kötü dönüşüyorlardı, diye düşündüm. Ama yanlış bir hisse de kapılmış olabilirdim, pek tabii.

Sanki ben, hiç dönüşemeyen, yerinde sayan tek kişiydim.

Oysa, ben de diğer insanların etrafını kaplayan biriyken, belki ben de onların gözünde dönüşüme uğruyordum ara ara.

Bir boşluk oldu sonra.


Düşünme dedi. Düşünme.

Ben kızdım, ne demek efendim, düşünme!


Beklememeliydin, bu hikayenin sonu yoktu.

Kaypak zeminde yaşıyorduk. Kimseye güven, hiçbir şeye iman kalmamıştı.

Sen gidiverirdin, sayfayı kapatıverirdin, ben burada beklerdim.

1 Mayıs 2011 Pazar

Serbest Çağrışım: Olayın nedir?

Şu geçici hayatta varlıklarının sebebini merak ettiğim özneler veya nesneler var. Tüm samimiyetimle merak ediyorum. Sormak isterim kendilerine:
Olayınız nedir?
Çünkü geçekten anlamıyorum. Anlam veremiyorum.

Bülent Ersoy, şekerim olayın nedir?
Justin Bieber olayın nedir?
Helin Avşar olayın nedir?
Nihat Doğan olayın nedir? (ekstra soru: sen gerçek misin?)
Sinan Akçil olayın nedir?
Reha Muhtar olayın nedir?
Cüneyt Özdemir olayın nedir?
Acun, abi senin olayın nedir?
Banu Alkan olayın nedir kuzum?
Kendini yerden yere atan, uçuyorum zanneden aga, olayın nedir?
Her gün evlenmek için programlara başvuran insanlar olayınız nedir?
Müge Anlı, bacım olayın nedir?
Sayın büyüğümüz,başımız Recep Tayyip Erdoğan, olayınız nedir allah aşkına?
OYSM, dostum, olay nedir?
118 80 ve türevleri, olayınız nedir?
Ayşe teyze,Emine Beder,Ümit usta, olayınız nedir?
Peki twitter'da fenomen olanların olayı nedir?
George Bush, maaaan, olayın nedir?
Sarkozy olayın nedir, s'il te plait?
Mehmet Ali Erbil olayın nedir?
Demet Akalın, bebeğim, olayın nedir?
İlk gözüken güneşle beraber sahil yolunu tıkayan ey "sosyete" olayınız nedir?
Ya da
İlk yağmur damlasıyla trafiğin tıkayan ey İstanbullu, olayın nedir, nedendir?
Sevgili sinek, kafamda sürekli vız vız yaparak, olayın nedir?
En çok merak ettiğim, ey Lost'un kara dumanı, olayın neydi senin?
Peki "cahil cesaretli" dediğimiz Türk milleti, senin olayın nedir?
(aslında kifayetsiz biri olduğunu ne zaman fark edeceksin?)
Sayın memur, yıllardır sisteme suçu attın, yahu o "sistemin" olayı nedir?
Asıl büyük soru, Erol Egemen abi senin olayın nedir gerçekten?

...

(varsa olayını merak ettiğiniz kişiler, nesneler lütfen ekleyiniz!)

Asu Maralman - Bağrı Yanık Dostlara


Pazar günü bağrı yanık dostlara gelsin...

28 Nisan 2011 Perşembe

Feministival Başlıyor! | Bant

Feministival Başlıyor! | Bant:
feministival
Feministival Başlıyor!

Geçtiğimiz yıl, 9-11 Nisan tarihlerinde düzenlenen “Bağyan Feministival”, bu sene 2-8 Mayıs tarihleri arasında “Feministival” adıyla yoluna devam ediyor. Bu seneki programına “buluntu film & deneysel sinema atolyesi”, “yosun graffiti & gerilla bahçecilik”, “feminist mizah”, “drag king”, “sesli oyuncaklar ve ses yaratım”, “otobiyografik yazın”, “haz oyuncaklari”, “ modifiye kostüm ve karakter oyunu”, “yaratıcı eylem”, “elektronik beceriler”, “feminist imla” ve “hareket atölyesi” konulu atölyeler ekleyen Feministival hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için http://bagyanfest.blogspot.com/ adresine göz atabilirsiniz.

"

Şok eden 'sansür' listesi! - İnternet- ntvmsnbc.com

Şok eden 'sansür' listesi!

Bugün Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından hosting firmalarına gönderilen 'yasaklı sözcükler' listesi oldukça kafa karıştırıcı.

ntvmsnbc
Güncelleme: 17:57 TSİ 27 Nisan. 2011 Çarşamba

İnternette özgürlük bakımından sicili gittikçe kötüleşen Türkiye görenleri şaşkınlığa uğratan yeni bir ‘yasaklı sözcükler’ listesiyle karşılaştı.

Bugün servis sağlayıcılara ve hosting firmalarına Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan gönderilen ve gönderici hanesinde yersaglayici@tib.gov.tr adresinin yer aldığı tebligatta, günlük yaşamda kullanımından vazgeçilemez pek çok ‘sıradan’ sözcüğü deiçeren yasak listesi bulunuyor.

Bildirime göre, bu sözcükleri içeren alan adı tahsis edilemeyecek, kullanılamayacak, mevcut olanlara erişim de kapatılacak.



Mektupla birlikte gelen listedeki sözcükler arasında şaşkınlık verici derecede ‘sıradan’ sözcükler bulunuyor. Bunlardan en çarpıcıları şöyle:

31, Adrianne, Animal, Hayvan, Baldiz, Beat, Buyutucu, Ciplak, Citir, Escort, Etek, Fire, Girl (İngilizce'de 'kız' demek, Ateşli, Frikik, Free, Gey, Gay, Gizli, Got (ingilizce ‘get’ fiilinin geçmiş zaman ya da geçişli hali), Hatun, Haydar, Hikaye, Homemade (ev yapımı demek), Hot (İngilizce’de ‘sıcak’ anlamında geliyor), İtiraf, Liseli, Nefes, Nubile (?), Partner, Pic (İngilizce'de 'picture'ın (resim, fotoğraf) kısaltması), Sarisin, Sicak, Sisman, Teen (İngilizce'de 13-19 yaş grubunda genç), Yasak, Yerli, Yetiskin, Xn, XX...

Sansür listesinin etkisi, bazı 'müstehcen' sözcüklerin içinde geçtiği diğer sözcükleri de kapsadığından, erişim engelinin kapsamı inanılmaz boyutlara çıkacak. Örneğin içinde iki ya da üç kelimelik 'müstehcen' sözcüklerle çakışan harfleri içeren sözcükler de yasaktan nasibini alacak.

Tknlj.com'da sıralanan bazı 'talihsiz' sitelerden örnekler: Degisikmezeler.com, herkesokusundiye.com, sokmarket.com, bayramcikolotasi.com, bilgisayarakademisi.com, sanaldestekunitesi.com, forzabesiktas.com, tiklayarak.com, donanimalani.org, bakireklam.com, citirkurabiyem.com, kredikartiborcunubitir.com, burcunubil.com, globaldizayn.org, casperminishop.net, anlayarakokuma.com...

Hosting hizmeti veren Ontek firmasının sahibi Murat Deligöz, bu sansürlü sözcüklerle sınadıkları sitelerden en az 90 binin bu yeni yönetmelikle 'hemen' yasaklanabileceğini söyledi.

Yönetmeliğin iletildiği TİB mektubu şöyle:

“Sayın YETKİLİ,

Bilindiği üzere, 04/05/2007 tarih ve 5651 sayılı "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun"a dayanılarak çıkarılan “Telekomünikasyon Kurumu Tarafından Erişim Sağlayıcılara ve Yer Sağlayıcılara Faaliyet Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”, 24 Ekim 2007 tarihli ve 26680 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

İnternete açık hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan/işleten gerçek veya tüzel kişiler yer sağlayıcıdır. Yer Sağlayıcılığı hizmetini ticari olarak yapmasa bile web sitelerini kendi sunucularında barındıran gerçek veya tüzel kişilerin Yönetmelik gereğince Yer Sağlayıcılığı Faaliyet Belgesi almaları gerekmektedir.İlgili Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasında; “26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; İntihara yönlendirme (madde 84), Çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra), Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190), Sağlık için tehlikeli madde temini (madde 194), Müstehcenlik (madde 226), Fuhuş (madde 227), Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228) suçları ile 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçlar,” erişimin engellenmesi konusu olabilecek suçlar olarak katalog halinde sayılmıştır. İlgili Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında ise;

Yayınlar; a) İnsan onuruna, temel hak ve hürriyetlere saygılı olmalıdır. b) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlakî gelişimini zedeleyecek türden içeriklere yer vermemelidir. c) Ailenin huzur ve refahını sağlayan hususlara zarar verecek nitelikte olmamalıdır. ç) Kişileri, uyuşturucu madde bağımlılığı, fuhuş, müstehcenlik ve kumar gibi kötü alışkanlıklara teşvik edici olmamalıdır.

Şeklindedir.

Buna göre barındırdığınız alan adlarında İlgili kanun ve yönetmeliğe aykırı içeriklerin bulunmaması gerekmektedir. Aşağıda İlgili kanun ve yönetmeliğe aykırı içerik bağlamında değerlendirilebilecek kelime gurupları verilmiştir. Bu kelime guruplarını barındıran içeriklerin çıkarılması ile ilgili alan adlarının hizmetine son verilmesi ve son durumun mail ile tarafımıza iletilmesi gerekmektedir. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda ilgili CEZAİ müeyyideler ile karşı karşıya kalınabileceği unutulmamalıdır.

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı”


Şok eden 'sansür' listesi! - İnternet- ntvmsnbc.com

27 Nisan 2011 Çarşamba

Bianet :: "Sessiz Kalmak Baskının Sıradanlaşmasına Hizmet Eder" - Bianet


"Sessiz Kalmak Baskının Sıradanlaşmasına Hizmet Eder"

Son klibinde taslak kitabı yakılan bir yazarı konu edinen Redd: Toplumsal kutuplaşma giderek tırmanıyor, her türlü muhalefete karşı yoğun bir baskı var. Bu ortamda sessiz kalmak, bu durumun kanıksanmasına ve sıradanlaşmasına katkı sağlamak olur.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
27 Nisan 2011, Çarşamba

Klibi izlemek isterseniz tıklayın.

Müzik grubu Redd, son klibinde, radikal bir seçim yaparak polis şiddetini ve Türkiye'deki son siyasi gelişmeleri konu etti.

Grubun "21" isimli albümünün dördüncü klibi "Masal" şarkısına çekildi. Klipte genç bir yazarın evi basılıyor, şiddete maruz kalan yazarın taslak halineki kitabı yakılıyor. Polis şiddetine de uğrayan genç yazar, sonunda kalkıp direnmeye karar veriyor...

Klip, Ergenekon soruşturmasından tutuklanan ve basılmamış olan kitabına yasak getirilen Ahmet Şık'a destek olarak yorumlandı. Konuyla ilgili bir açıklama yayınlayan Redd, şunları söyledi:

Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor. Toplumsal kutuplaşmanın giderek tırmandığı bu süreçte her türlü muhalefete karşı yoğun bir baskıya tanıklık ediyoruz.

Farklı ya da karşıt görüşlerin orantısız güç kullanarak bastırılması toplumsal vicdanı yaralıyor.

"Yeniden karanlık bir hikaye"

Yüzleşmemiz ve temizlememiz gereken geçmişimize ait "gazetecilerin öldürülmesi, yazarların tutuklanması, kitapların yasaklanması" motiflerini içeren karanlık bir "hikaye" yeniden hayatımızın parçası kılınmaya çalışılıyor.

Bu ortamda sessiz kalmanın bu durumun gitgide kanıksanmasına ve sıradanlaşmasına katkı sağlamak anlamına geldiğini düşünüyoruz.

Basılmamış kitapların toplatıldığı, yazarlarının hapse altıldığı, bütün bunlara tepki gösteren, konuşan, yazan, yürüyen, muhalif olanların ise yaftalandığı, insanların giderek korku-paranoya-sessizlik üçgenine hapsedildiği bu dönemde bu videoyu çekmedeki amacımız; düşüncenin ve özgürlüklerin hangi kesime ait olurlarsa olsunlar serbestçe, baskılanmadan ifade edilebilmelerine yönelik istek ve inancımızdır. (AS)

Bianet :: "Sessiz Kalmak Baskının Sıradanlaşmasına Hizmet Eder" - Bianet

26 Nisan 2011 Salı

Redd - Masal (Klip) [HQ]


"zor, inan çok zor, bu küçük ellerle dünyaya tutunmak çok zor"...
Redd, nasıl bir varlıksın ki sen?!
Türkiye'nin en iyi rock grubu falan filan demiyorum, özellikle dememeyi tercih ediyorum.
Redd bambaşka, iki çizgi arasında bir yerde, ama o çizgiler nasıl tarif edilir, bilmiyorum.
Redd...tarif etmek istemiyorum işte.

ve "Masal".... şu anki hissiyatım budur.
Masal bu ya, yazarın basılmamış kitabına el koymuşlar. Yargılanmış. Ama sonra kurtulmuş...Ve masal da orada bitmiş...
Ama unutmamak gerekirmiş, masallar göründüğü kadar masum değilmiş.

Eskiden Topkapı'da bit pazarı kurulurdu!

Nelin Garage Sale'de
Nerede o eski.... ile başlayan cümlelere çok başvurur olduk. Benim son zamanlarda hayıflandığım bir yığın şeyden biri de bit pazarı mesela. Neden mi? - Neden olmasın? Kullanmadığımız eşyaları, kitapları, kıyafetleri, ıvırı zıvırı, neden çöpe atalım, neden ihtiyacı olanlar faydalanmasın? Tabi akla gelen tavsiye birilerine vermek, bir kuruma bağışlamak... pek tabi mümkün, fakat bir çok konuda olduğu gibi ülkemizde böyle her yardım kuruluşuna güvenemiyoruz, bağışladığımız eşyaların çoğu depolarda çürüyor. Ayrıca milletçe, her ne kadar ihtiyacımız olsa da başkasının kullandığı şeyleri giymeyi, kullanmayı sevmeyiz, hep üstten bakarız. Halbuki paylaşmak ne güzel! Eskiden Topkapı'da bit pazarı vardı, her pazar giderdik. Yeni yapılandırma adı altında bir çok güzel şey gibi bit pazarımız da yok artık. Istanbul'da bir yerlerde varsa da benim haberim yok. Sahaf geleneği de kalmadı, mesela Beyazıt'taki Sahaflar artık iyice YGS, KPSS falan filan kitapları satılan bir yer haline geldi. Ne de güzeldi halbuki, her sene okullar açılmadan gidilir, eski kitaplar satılırdı. Üstelik bir nebze "alın verin ekonomiye can verin", ki kendi harçlığını kazanmak çok güzel bir duyguydu.

İkinci el eşya, kıyafet, kitap vs. benim için değerli. Başka anlamlar yüklüdür aldığınız ikinci el kitapta....Eğer biri bana artık sevmediği bir şeyini vermek istiyorsa benim de ihtiyacım varsa, seve seve kabul ederim. Veya çok bir zamanlar emek harcayarak edindiğim eşyalarımı birileriyle paylaşmayı tercih ederim, çöpe atmak yerine. Eğer bu alışverişin maddi getirisi varsa ne ala...

Yerevan, Ermenistan
Bildiğim kadarıyla, Amerika'nın bir çok şehrinde insanlar evlerindeki eşyaları satılığa çıkartıyorlar belli zamanlarda. Avrupa'nın bir çok şehrinde de öyle.
Mesela Berlin'de her pazar Mauer Park'ta bit pazarı kuruluyor, o kadar büyük ki, o kadar çok şey var ki, üstelik geniş alanda karaoke etkinliği düzenliyorlar. Bira-patates tüketiminden bahsetmiyorum bile, ve tabi ki Türk tezgahlarla karşılaşmamak mümkün değil.. Yerevan'da da yine pazar günleri kurulan devasa bir bit pazarına rastlamıştım. Eski Sovyet kültürüne ait bir çok eşya, çanak çömlek bulmak mümkün. Benim gözüm harika akordeonlarda kalmıştı mesela. Ama pazarlık yapmak imkansız.

  
Mauer Park, Berlin
Istanbul'da Kadıköy'deki ve Çukurcuma'daki dükkanlar var mesela ama, öyle olmuyor işte.
Toplayacaksın evde ne varsa, çıkacaksın sokağa açacaksın tezgahını...

Son zamanlarda, benim bildiğim geçen senenin güz aylarından itibaren Eski Cambaz'da (İstiklal cad. Kurabiye Sk. no:12 Taksim) her ayın ilk pazar günü Garage Sale düzenleniyor. Uzun zamandır bana duyuruları geliyordu, ve nihayet Nisan ayında ben de tezgahımı açtım. Keşke her pazar olsa, daha büyük alanda olsa, daha çok insana ulaşsa, büyük bir etkinliğe dönüşse. Ama Garage Sale'i hazırlayanlara teşekkür ediyorum. Hem sevdiğim şeyleri insanlarla paylaşıyorum, hem de eğleniyorum. Hımm biraz da para kazanıyorum tabi..


Önümüzdeki günlerde Mayıs ayının duyurusu yapılır diye düşünüyorum. Ben yine orada olmayı planlıyorum. 
Katılmak isteyen herkes ayrıntılarla ilgili Facebook Cambaz Garage Sale grubundan haberdar olabilirler.  
Bendeniz, Garage Sale'de