26 Aralık 2010 Pazar

Dedemin üzerine tezek kokusu sinmiş...

Çocukluk özlemi kar özlemi...bu zamanlarda,tam da Noel gelmişken, Bulgaristan'da mutlaka kar yağardı, ve biz Noel tatilinde olurduk... 


Tatilin ilk günü bembeyaz karla uyanmak, sobalı odamızın babaannemiz tarafından sımsıcak tutulması, çok ses çıkartan komşunun bizi uyandırmaması için dedemiz tarafından uyarılması...sonra kuzinenin üzerinde kızartılan ekmekler..sıcacık ıhlamur çayı..abim süt içerdi...öğle üstü ahırdan gelen dedemin üzerine sinmiş tezek kokusu...üşümeyelim diye kat kat giydirmiş bizi babaannem...en büyük eğlence 2 kanallı televizyonumuzda çizgi film saatini beklemek..bir ara çıkıp karla oynamak,kardan adam yapmak..evin önünde birikmiş karların içine dalmak,tıpkı havuza atlar gibi...buz gibi havanın soğukluğunu iliklere kadar hissetmek ama üşümemek...birikmiş kardan dolayı antenin bozulması,elektriğin kesilmesi,akşam gazlı lamba eşliğinde oturmak,dedem bana tavla öğretirdi...babaannemin daha son baharda topladığı olgunlaşmamış elmaları yatağının altında saklaması ve o "mahsur kalınmış" günde bize ikram etmesi..aşağı ki mahalleden gelen kuzenlerle kar topu oynamak,kızağa binmek...sonra da kızarmış yanaklarla sobanın etrafında dizilmek,şakalaşmak gülüşmek,babaannemin bize kızması,çünkü ayaklarımız sırılsıklamdır...su kanalları donardı soğuktan,buzları eritip su içerdik...gaz lambası eşliğinde tavla oynamak...dedemin pilli radyosunda frekans yakalamaya çalışmak,dünyadan bihaber olmak...


günlerce donmuş yollardan dolayı köye ekmeğin ulaşamaması, evde yapılan çörekler börekler...
kuzenlerle yeni yıla hazırlanmak,eski süsleri çıkartıp evi süslemek,çam ağacı yok,büyük saksıda ki çiçeği çam ağacı yapmak...kuzenlerle minik skeçlerin, muzip oyunların prova dönemi...ve büyük eğlence zamanı...


kuzinenin üzerinde kızartılmış ekmek dilimleri...sıcacık ıhlamur çayı.. abim yine süt içerdi...babaannemin tombul pembe yanakları...öğle üstü ahırdan gelen dedemin üzerine tezek kokusu sinmiş...
şapkaları eldivenleri botları kuşanıp karların içine dalmak...

13 Aralık 2010 Pazartesi

Uykusuzluk, bırak peşimi!


Tam uyumaya çalışırken, aklın %100 çalışması niye, neden?
Aklımın en çok çalıştığı saatler geceler olmaya başladı, saat 3 suları...
Korkuyorum kendimden artık. Bu cin fikirlilik zamanında bitirmen gereken yazılarım ve okumalarım için işe yaramıyor ki!
Hmm, aslında kendimle ilgili şöyle bir tespit de yapabilirim. Yazı bakımından en üretken olduğum zamanlar kasımdan sonra başlıyor, ve baharın gelmesiyle mart gibi bu etki azalıyor.

Bugün pasiflora almak şart oldu artık. Pasiflora demişken, bir arkadaş vardı üniversitede,bir tuhaftı zaten ama en tuhafı okulda sürekli pasiflora içmeye başlamasıdır bence. Kız termos bardağa koyardı pasiflorayı ve kafaya dikerdi. Sonra zaten kafayı yedi.
Neyse...
Uykusuzluk bahane canım, maksat pasiflorayı almak için bahane üretmek, demeyin sakın...
Gerçekten uyuyamıyorum, ve uyuyamamak için hiçbir sebebim yok. Hani stresli değilim, mutsuz değilim, regl dönemi değil... Gerçekten uyuyamıyorum...


Uykusuzluk, bırak peşimi!!!

(Ve aklıma Al Pacino'nun oynadığı "Insomnia" (Chistopher Nolan,2002) filmi geliyor. Ayrıca Faithless'ın "Insomnia" şarkısı, işte buyurun :)


12 Aralık 2010 Pazar

Böyleyken böyle.

Aklıma geldi, ben neden bir topluluğa bilmem neyin haklarını korumak adına katılamadığımı hatırladım geçen gece.

Öncelikle bu gibi toplulukların savunduklarını küçümsediğimden değil ama bir kalabalığa üye olmanın gereksinimi yalnızlığa katlanamamaktan ve birey olamamaktan kaynaklanıyor bence. Ailesel de olabilir. Kalabalık bir nüfusta sesini duyuramamış çocuk bir sivil toplum kuruluşunda veya siyasi partide var olabileceğini düşünüyor olabilir. Oidipus kompleksi de olabilir.Yani aslında psikolojik bir şey bu,bence. 

Benim derdim bu değil, varsın üye olsunlar, savaşsınlar...insanlar kendilerini böyle tamamlamaya ifade etmeye çalışsın. İfade biçimlerinin bir çok çeşidi var. Herkes bir yol seçebilir. 

Bir şeye çok inanamayan, bir ideoloji uğruna savaş veremeyen, çünkü aslında ona inanmayan biri olduğumu ve böyle alanlarda barınamadığımı hatırladığım iyi oldu (insan bazen unutabiliyor),çünkü en son acaba yenilik olsun diye aktivist mi olsam diyordum. Neyse ki hatırladım da rahatladım. 

11 Aralık 2010 Cumartesi

İzin ver.

Sevgili blog'um,
Kendinde bir değişiklik fark ettin mi?
İsmini cismini yenilemeye karar verdim. Bazen yenilenmek iyidir, ya da hamama gidip bir güzel keselenmek de iyi gelebilir pek ala. Her neyse, konumuz isim mevzusu.
Alt başlığında da belirttiğim gibi, günümüzde o kadar çok film çekiliyor, dizi yapılıyor, kitap basılıyor, ilginç isimli dergiler çıkıyor vs. ki, zaten internet aracılığıyla bir çok bilgiye ulaşılabiliyor. Mesele, dünya bir göstergeler bütününden oluşuyorsa ve bu göstergelerin her birinin bir anlamı varsa, artık birikim değil yığın haline gelen bilgilerden bahsediyorsak o zaman pek ala "hiçbir şey hakkında" olur her şey.
Sen de en başından beri bunun üzerine kurulmuş bir blogsun zaten.
İsim,evet, ya da nickname de deniliyor. Kim bilir kaç bin siteye üyeyiz ve kaç bin kere üye ismi uydurmak zorunda kalıyoruz. Bazen "abidik gubidik", bazen hümoristik bir şeyler uydurmaya çalışıyoruz. Bu da bir çöplüğe dönen zihnimi çok yoruyor artık. Sen de böyle bir beynin ürünüsün.

En kafa yapıcısı bilinç akışı... Koyver gitsin,ah pardon, izin ver gitsin...